“Asya’da meydana gelen Tsunami’de 170.000’den fazla insan yok oldu…”
“Amiş okulunda on tane kız öğrenci vuruldu…”
“Katrina kasırgası ABD’nin güney kıyısını mahvetti…”
“Darfur’da yüz binlerce insan öldü…”
Binlerce insanın hayatını yok eden büyük ölçekli “akıl almaz” felaketleri kapsayan üzücü olaylar sürekli olarak haberlerde yer almakta. Teröristler tarafından New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a yapılan 11 Eylül saldırıları ile 93 sefer sayılı uçağın gözümüzün önünden gitmeyen görüntüleri hayatımız boyunca hafızalarımızdan kaybolmayacaktır.
Larry King, 2005 yılının başında CNN televizyonunda eski ABD başkanları George H.W. Bush ve Bill Clinton ile 2004 yılındaki tsunami felaketi üzerine bir mülakat yaptı.
İnsanların dini inançları çerçevesinde, seven bir Tanrı’nın varlığı ile Asya’daki tsunami olayını nasıl anlamaları gerektiğine ilişkin olarak sorulan soruları başkanlar, “hayat kolay değil” türünden sıradan ifadeler ile geçiştirdiler. Ve her iki başkan da bu tür üzücü olayların “inançlarını” (buradaki “inanç” kavramı programda tanımlanmamasına rağmen) pekiştirdiğini söylediler. Gerçek yanıtlar maalesef verilmedi.
Bir zamanlar dünyanın en güçlü makamlarını ellerinde tutan bu adamlar, cevap vermek için Kutsal Kitap’ı ve onun ilk kitabını kullanmamayı tercih ettiler. Aslında, ölüm ve acının ne anlama geldiğini ve seven bir Tanrı’nın bütün bunlara niçin izin verdiğini sorgulayanlara anlatılmak üzere Mesih imanlılarının yararlanabilecekleri bilgiler Kutsal Kitap’ın ilk üç bölümünde mevcuttur.
Bu feci felaketlerden kaynaklanan acı ve üzüntüyü küçümsememekle birlikte, aslında, böylesi olayların hemen her gün yaşanmakta olduğunu belirtmeliyiz… Ve bu olaylar yeryüzünde yaşanan en üzücü günün sonuçlarıdır: Yaratılmış ilk insan olan Âdem’in, Yaratıcısına karşı isyan etmesi, kusursuz olan bir dünyaya günah ve ölüm getirmiştir.
Ne zaman büyük bir üzücü olay dünyanın dikkatini çekse, bu tür olayların seven bir Tanrı ile nasıl anlaşılabileceği konusu genellikle medyada çok tartışılır. Bazı Hristiyan liderlere cevapları sorulduğunda (üzülerek söyleyelim ki genellikle bocalarlar), ateistler ikide bir söze girip böylesine korkunç bir felaket yüzünden seven bir Tanrı’nın olamayacağını iddia edeceklerdir.
Üzücü olaylar elbette ki bugünle sınırlı değildir: Kötü bir yönetimin altı milyon Yahudi ile birlikte çok sayıda insanı silip süpürdüğü olayların üzerinden çok uzun bir zaman geçmedi. Manşetlere çıkan bu olayların yanı sıra hepimiz zaman zaman hastalıklar, sıkıntılar, kazalar ve ölüm acıları yaşarız. Bu acıların yükü çok fazla geldiğinde, insanların “Niçin bir şey yapmıyorsun? Duymuyor musun?” diye Tanrı’ya acı içinde yakarmaları şaşırtıcı değildir.
Ünlü bir adamın kızından bahisle şöyle yazılmıştır: “Annie’nin hazin ölümü Charles’ın ahlâkî ve adil bir tanrıya olan zayıf inancını büsbütün ortadan kaldırdı. Kendisine göre bu dönem onun Mesih inancına karşı son ölümçanlarını çalmış… Artık Charles [Darwin] duruşunu bir inanmayan olarak ortaya koymuştur”.1
Darwin Türlerin Kökeni adlı ünlü kitabında, aslında ölüme ve mücadeleye dair bir tarihi yazıyordu. Darwin, “Jeolojik Kaydın Eksikleri” başlıklı bölümün sonunda şöyle yazdı: “Böylece, doğa savaşı, açlık ve ölümü, kavrayabildiğimiz en yüce şey olan daha yüksek düzeydeki hayvanların üremesi izler.”2
Darwin, yaşamın başlangıcına ilişkin evrimci görüşünden hareket ederek, ölümün bu dünyanın kalıcı bir parçası olmak zorunda olduğunu anladı. Hiç şüphesiz, etrafında gözlemlediği ve inancına göre milyonlarca yıldan beri devam etmiş olan acı ve ölümle bir çeşit Tanrı inancını uzlaştırmaya çalıştığı için bu meseleyle uğraştı.
Bu uğraş kızı Annie’nin ölümüyle doruğa ulaştı. Bu, “Hristiyanlığın yok oluş anıydı”.1
Milyonlarca yıla ve/veya evrime inanmak, ölümün bu gezegende yaşamın ilk görüldüğünden beri tarihin bir parçası olmasını gerektirir. Rahmetli Carl Sagan “Evrimin sırrı zaman ve ölümdür”3 deyişiyle tanınır. Buna göre, (milyarlarca ölü hücreyi bünyesinde barındıran) fosil katmanlarının milyonlarca yıllık yaşam tarihini temsil etmesi gerekir.
Kutsal Kitap’ta “günah ve ölüm” ifadesi, ölümün tarihini farklı bir açıdan özetler. Yaratılış kitabının tarihine göre, başlangıçta Tanrı tarafından “çok iyi” (Yaratılış 1:31) olarak tanımlanan, ama daha sonra Âdem’in karşı gelmesiyle bozulan, mükemmel bir dünya vardı. Günah ve onun sonucu olan ölüm bir zamanlar cennet olan dünyamıza girdi (Romalılar 5:12 ve takip eden ayetler). Başlangıçta insanın ve hayvanların ölümü yaratılışın bir parçası değildi.
Yaratılış kitabının harfiyen yorumundan anlaşılan ölümün gerçek tarihi, aslında ölümden nefret eden, seven bir Yaratıcıyı tanımamızı sağlar. Siz ölümün hangi tarihini kabul ediyorsunuz? Tanrı’yı milyonlarca yıldır süregelen ölüm, hastalık ve acının sorumlusu bir dev olarak mı görüyorsunuz? Çağımızın en sıkça sorulan sorularından biri olarak buna biraz daha yakından bakalım.
Sarsıcı bir olayın ilk şoku ortadan kalkınca, insanlar böyle olayların niçin meydana geldiğini sormaya başlar. Kaçınılmaz olarak aynı soru sorulur: “Seven, her şeye gücü yeten bir Tanrı böyle bir ölüm ve acıya nasıl izin verebilir?”
Bu mantıklı bir sorudur. Üstelik, yaygın olarak gördüğümüz bu acı çekmeler, ateistler tarafından Mesih inancına ve onun “seven Tanrı” iddiasına saldırmak için kullanılmaktadır.
Dünyanın milyonlarca yıllık yaşı olduğuna inanan imanlıların, her yerde görülen zulmün arkasındaki amacı anlatmaları neredeyse imkânsızdır. Darwin, Tanrı’ya inanç ile her yerde gözlemlenen ve onun inancına göre milyonlarca yıldır devam eden ölüm ve acı çekme arasında denge kurmaya çalışarak bu meseleyle uğraşmış milyonlarca insandan biri olmuştur. Darwin’in uğraşı kızının ölümü ile sona erdi.
Benzer şekilde, CNN’in kurucusu milyarder Ted Turner, kız kardeşi öldükten sonra inancını kaybettiğini söyler. New York Times bir makalesinde onun hakkında şöyle yazmıştır, “Turner, ağrılı bir hastalıktan ölen kız kardeşinin ardından inancını kaybeden ateşli bir inançsızdır… ‘Tanrı’nın sevgi olduğu ve O’nun güçlü olduğu bana öğretildi; daha sonra öylesine masum birine bu kadar acı çektirilmesini ya da çekmesine izin verilmesini anlayamadım.’ ”4
Ünlü bir vaiz olan Billy Graham’ın eski meslektaşı rahmetli Charles Tem pleton, 1996 yılında, inançsızlığa kayışını ve Mesih inancına karşı çıkışını anlatan Tanrı’ya Veda’yı yayımladı.5 6 Bir zamanlar Ulusal Müjdeci Hristiyanlar Derneği tarafından “Tanrı’nın aracı olarak en iyi kullandığı” insanlar arasında gösterilen Templeton “Mesih inancına karşı çıkışının nedenleri”nin birkaçını yazdı:
Darwin gibi Templeton’un ölüm, hastalık ve acılarla dolu yeryüzünün Kutsal Kitap’taki seven Tanrı ile nasıl bağdaştırılacağını anlamakta büyük bir sorunu vardı. Templeton şöyle yazmıştır:
Niçin Tanrı’nın büyük tasarımı omurgaları kırıp etleri parçalayacak dişleri, yakalayıp yırtacak pençeleri, felç edecek zehri, kan içecek ağzı, sıkıp boğacak gücü –hatta avını bütün ve canlı olarak yutabilsin diye genişleyen çeneleri olan yaratıklara gereksinim duymaktadır? ...Doğa, Tennyson’un renkli deyişiyle, “dişte ve pençede [kanla] kırmızı,” yaşamsa bir kan festivalidir.9
Templeton daha sonra şöyle bitirmektedir: “Sevgili ve her şeyi yapabilecek güçteki bir Tanrı nasıl oluyor da düşünmekte olduğumuz böylesi korkuları yaratmaktadır?”10
Templeton böyle düşünen tek kişi değildir. Bu dünyayı yaratan sevgi dolu bir Tanrı’nın var olduğu anlatıldığında, yaşama küsmüş insanlar sıklıkla şöyle cevap verirler: “Sevgi dolu bir Tanrı görmüyorum. Sadece acı çeken ve ölen çocuklar görüyorum. Terörist saldırılar yapan bir sürü insan vardır. Hastalık her yerdedir. Bu, korkunç bir dünyadır ve ben sevgi dolu Tanrı’nızı görmüyorum. Eğer Tanrı’nız varsa, O mutlaka sadist bir canavar olmalı.”
Soru soran birinden sorusunun gerekçelerini kendi inanç sistemi içinde anlatmasını istemek faydalı olabilir. Bir ateistin Kutsal Kitap’ta açıklanan Tanrı’nın ‘kötü’ olduğundan yakınması için, O’nu yargılarken kullandığı iyi ve kötü standardını mutlaka vermesi gerekir. Fakat, tutarlı bir ateistin inanmak zorunda olduğu gibi, biz sadece evrimleşmiş deniz yosunuysak, doğru ve yanlışın tarafsız bir standardını nereden bulacağız?
Eninde sonunda, bu sistemde, doğru ve yanlış düşüncelerimiz beyinde meydana gelen bazı kimyasal süreçlerin sadece sonucudur ve sözde maymuna benzeyen atalarımız karşısında bize tesadüfen verilen bir hayatta kalabilme üstünlüğüdür. Fakat, Hitler’in beynindeki kavramlarla hayırsever Rahibe Teresa’nın beynindeki kavramlar aynı kimyasal yasalara uyduğuna göre, Teresa’nın yaptıklarının Hitler’inkinden “daha iyi” olmasının nedeni ne olabilir? Keza, 11 Eylül’de New York’ta binlerce insanın katleden terörist saldırı, binlerce sineği öldüren bir kurbağadan neden daha korkunç olsun?
Oysa bir Mesih imanlısı, her bir insanın üzerinde tarafsız, ahlâkî bir standardın var olduğuna inanır; zira bu standart, Yaratıcımız olan tarafsız bir ahlâkî yasa koyucu tarafından konulmuştur. Ateistlerin, alenî kötülüğün varlığı yüzünden Tanrı’nın varlığına karşı yaptıkları tartışma, karşısında durmaya çalıştığı gerçeği (farkında olmadan) desteklemektedir.
Tanrı’yla ilgili bu tür sorular yanlış bir tarih görüşünden kaynaklanır.
Evrime ve/veya milyonlarca yıllık tarihe inanmak, yaşamın bu gezegende var olduğu andan itibaren ölümün tarihin bir parçası olmasını gerektirir. Eğer, (milyarlarca ölü şeyi barındıran) fosil katmanlarının milyonlarca yıllık yaşam tarihini temsil ettiğine inanırsanız, bu, ölüm, hastalık ve acı dolu, berbat bir geçmişin kaydıdır.
Sagan’ın “Evrimin gizleri zaman ve ölümdür” ifadesi, bu dünyadaki en yaygın olarak kabul edilen ölüm tarihini özetlemektedir.11 Bu görüşe göre, 1) milyonlarca yıldır süregelen ölüm, acı ve hastalık insanın doğuşuna rehberlik etmiştir; 2) ölüm, acı ve hastalık bugünün dünyasında vardır ve 3) ölüm, acı ve hastalık gelecekte devam edecektir. Ölüm tarihin kalıcı bir parçasıdır ve bu yaşamın “yaratılışında” bizim evrimsel dostumuzdur.
Eğer milyonlarca yıla inanıyorsanız, o zaman bu dünya daima öldürücü bir yer olmuştur. Doğal olarak sorulması gereken soru şudur: “Fosil kaydında yer alan kanser, hastalık ve şiddete kim sebep oldu?”. Milyonlarca yıllık tarihe inanan Mesih imanlılarının ciddi bir sorunu vardır. Kutsal Kitap çok açık bir şekilde Tanrı’nın Yaratıcı olduğunu ve O’nun, Âdem ile Havva’nın günaha düşüşünden önce yaratmış olduğu her şeye “çok iyi” dediğini söylemektedir (Yaratılış 1:31). Bu durum aşağıdaki şekilde temsili olarak gösterilmektedir.
Mesih imanlıları Âdem’in günahından önce ölüm, acı ve hastalığı kabul eder etmez (eğer geçen milyonlarca yıla inanıyorlarsa kabul etmek zorundadırlar), değerli kutsal mesajları ile ilgili ciddi bir soru yönelttiler. O halde günah bu dünyaya ne yapmıştır? diye onlara sormamız gerekir. Mesih öğretisine göre, ölüm günahın bedelidir (Romalılar 6:23), –ve bu olgu Müjdenin temelidir! (1. Korintliler 15:21-22, 45). Dahası, eğer geçmişte ölüm ve acının var olmadığı bir zaman hiç olmadıysa, gelecekte ölüm, acı ve gözyaşının olmadığı bir duruma nasıl tekrar dönülebilir? (Vahiy 21:4,5; Elçilerin İşleri 3:21). Eğer bu tarih görüşüne sahipseniz, Kutsal Kitap’ın tüm mesajı paramparça olur. Bu, aynı zamanda, ölümün kabahatini Tanrı’ya yüklemek anlamına gelir.
İyi ki, Tanrı bize ölüm tarihine ilişkin milyonlarca yıllık evrimden farklı bir bilgi sunmuştur. Ve bu O’nun kendi Sözü olan Kutsal Kitap’ta kayıtlıdır. Bu güvenilir tarihi belge yaşamın gerçek meseleleri ile bağlantı kurarak korkunç şeylerin niçin meydana geldiğini tam olarak açıklar.
Aslında, Tanrı’nın Sözü ölüm hakkında çok daha fazlasını söylemektedir.
“Günah ve ölüm” –Yaratılış bölümünde kaydedildiği gibi, bu ifade ölümün gerçek tarihini özetlemektedir. Daha önce belirtildiği gibi, Tanrı evvelemirde kendisinin “çok iyi” diye tanımladığı mükemmel bir dünya yarattı (Yaratılış 1:31). İnsanlar ve hayvanlar diğer hayvanları değil, bitkileri yediler (Yaratılış 1:29-30). Bu “çok iyi” dünyada şiddet ya da acı yoktu.
Fakat, bu günahsız dünya ilk insan olan Âdem’in itaatsizliği ile bozuldu. Onun günahı bu dünyaya davetsiz bir misafir getirdi. Bu ölümdü. Tanrı, Âdem’i uyardığı gibi, günahı ölümle yargıladı (Yaratılış 2:17 ve 3:19).
Aslında, Tanrı görünüşte dünyadaki ilk ölüme neden olmuştu: Âdem ve Havva’nın örtünmeleri için bir hayvan öldürüldü (Yaratılış 3:21). Yeryüzündeki yargısının bir sonucu olarak, Tanrı bize O’nsuz yaşamdan bir tat sundu –giderek yok olan; ölüm ve acı dolu bir dünya. Romalılar 8:22’nin söylediği gibi, “Bütün yaratılışın... inleyip doğum ağrısı çektiğini biliyoruz” – çünkü Tanrı’nın bizzat kendisi yaratılanı çürüme sürecine maruz bırakmıştır (ayet 20).
Bu dünyanın iniltileri arasında sevgi Tanrı’sını nasıl bulabiliriz? Yaratılış’ta geçen günaha düşüş öyküsünü anlayarak, günahkâr ve lanetli bir dünyaya baktığımızı biliriz.
Kutsal Kitap’taki tarih görüşüne göre ölüm aslında bir dost değil, düşmandır. 1. Korintliler 15:26’da, aziz Pavlus ölümü “son düşman” olarak tanımlar. Ölüm, Tanrı’nın tamamıyla “çok iyi” olan ilk yaratışının bir parçası değildi. Yaratılış bölümünde yazılanları düz bir şekilde okuduğumuzda, tarih aşağıdaki resimde olduğu gibi temsil edilebilir:
Ölüm ve acı günahın bir bedelidir. Âdem Tanrı’ya karşı geldiğinde, aslında Tanrı’sız yaşam istediğini söylüyordu. Kendi adına, Tanrı’dan bağımsız olarak karar vermek istiyordu.
Kutsal Kitap bize Âdem’in insan ırkının başlangıcı olduğunu, onun devamı olarak her birimizi temsil ettiğini söyler. Pavlus Romalılar 5:12-19’da bizlerin Âdem’in söz dinlemezliği yüzünden günahkâr kılındığımızı söyler. Diğer bir deyişle, sorunlarımız Âdem’in sorunlarıyla aynıdır. Âdem Tanrı’ya karşı çıktığı zaman, onunla temsil edilen tüm insanoğlu Tanrı’sız yaşam istediğini söylemiş oldu.
Tanrı’nın, Âdem’in günahını ölümle cezalandırması gerekliydi. Eğer günah işlerse “kesinlikle öleceği” konusunda Âdem’i daha önceden uyarmıştı. Âdem’in günahından sonra, o ve devamı olan nesiller yaşama haklarını kaybettiler. Unutmayalım ki, Tanrı yaşamın kaynağıdır. Ölüm, yaşamı veren Tanrı’nın olmadığı bir yaşamı seçmenin doğal bir bedelidir. Keza, Rab kutsal ve adil olduğu için, O’na karşı çıkmanın bir bedeli olmalıydı.
Kutsal Kitap ölümün sadece Âdem’in günahının bedeli değil, bizim günahımızın bedeli olduğunu açıklamıştır.
Eğer Kutsal Kitap’ın tarih görüşünü kabul ederseniz, o zaman bu dünyadaki tüm ölüm ve acıdan –sadece “diğer insanların” günahları değil– bizim günahlarımız sorumludur! Diğer bir deyişle, dünyanın bugünkü hali gerçekten bizim hatamızdır. Hiç kimse gerçekten “masum” değildir.
Tanrı günahı ölümle yargıladığı aynı anda koruma gücünün bir kısmını geri çekti. Romalılar 8:22 bize bütün yaratılışın inleyip doğum ağrısı çektiğini söylemektedir. Her şey günah yüzünden yok olmaya koşuyor. Tanrı bize O’nsuz yaşamdan bir tat –şiddet, ölüm, acı ve hastalık dolu bir dünya– sundu. Eğer Tanrı gücünün tamamını çekseydi, o zaman yaratılanlar var olmazdı.
Koloseliler 1:16-17 bize her şeyin Yaratıcı Rab İsa Mesih’in gücü tarafından bir arada tutulduğunu söylemektedir. Oysa bir anlamda O onları mükemmel olarak bir arada tutmayıp, Tanrısız bir yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlayalım diye, kasten kendi hallerine bırakır. Diğer bir deyişle, Tanrı bize tam olarak istediğimizi, yani O’nsuz yaşamı verir (Romalılar 1:18-32).
Eski Antlaşma’da, Tanrı’nın olayları %100 olarak eline aldığında dünyanın nasıl olacağının bir pırıltısını görürüz.
Yasa’nın Tekrarı 29:5’de ve Nehemya 9:21’de bize İsrail kavminin çölde 40 yıl dolaştığı, buna rağmen giysilerinin ve ayakkabılarının yıpranmadığı, keza ayaklarının kabarmadığı anlatılır.
Çok açık olarak, diğer yaratılanlarda olduğu gibi paralanmamaları için, Tanrı, mucizevî bir şekilde onların giysilerine ve ayakkabılarına el attı. Ve onların ayaklarının sağlığını korudu. Tanrı’nın, bunun gibi her şeyin bütün ayrıntısını eline alması halinde dünyanın nasıl olacağını ancak hayal edebilirsiniz.
Daniel, bölüm 3, bize, yanmakta olan kızgın fırının alevleri arasına giren, buna rağmen hiçbir şey olmadan, hatta duman kokuları bile giysilerine sinmeden dışarı çıkan Şadrak, Meşak ve AbedNego hakkında yazılanları okurken bir başka pırıltı sunar. Bu evrenin Yaratıcısı, Rab İsa Mesih onların bedenlerini ve giysilerini alevin içinde koruduğunda (ayet 25), hiçbir şey zarar görmedi ve yok olmadı.
Bu örnekler, bizim, Tanrı’nın yaratılanlara her açıdan el atması halinde, ki o zaman hiçbir şey dağılıp bozulmazdı, işlerin nasıl olacağını biraz olsun anlamamıza yardım eder.
Şu anda her şeyin çürümekte olduğu bir evrende yaşıyoruz. Etrafımızdaki ölüm, acı ve hastalıkların hepsini, Tanrı’nın günaha karşı verdiği yargının ve istediğimiz O’nsuz yaşamın tadını bize sunmak için koruma gücünün bir kısmını geri çekmesinin bir sonucu olarak görürüz. Böylece, “Kutsal Kitap gözlüğü” ile bakacak olursak, Âdem’de işlediğimiz günahı, terörist saldırılar gibi üzücü olayların çekilmiş büyük resmi olarak görürüz.
Elbette ki, bu tür belirli kötü eylemler teröristlerin bireysel günahının da bir sonucuydu. Tersine, bir tsunami veya depremin neden olduğu acının kabahati herhangi bir kişinin bugünkü günahına yüklenemez, ama yine de genelde günahın sonucudur (biraz sonra bu konu üzerinde daha çok durulacaktır).
Ölüm ve acının milyonlarca yıldan beri devam ettiğine ilişkin ileri sürülen görüşün tersine, Kutsal Kitap’taki tarih görüşünün gelecek için harika bir haberi vardır. Dünya bir gün yeniden şiddetin ve ölümün bir daha olmayacağı bir duruma geri döndürülecektir (Elçilerin İşleri 3:21). Yeşaya 11:6-9’da yazılanlara göre, kurtlar ve kuzular, parslar ve keçiler, aslanlar ve buzağılar, ve yılanlar ve çocuklar bir arada barış içinde oturacaklar. Açıkça, bu gelecek durum hiçbir zaman var olmamış hayali bir yeri değil, bir zamanlar kaybolan cenneti yansıtmaktadır.
Peki, Âdem’in düştüğü günah genel anlamda üzüntüyü açıklıyorsa, “akıl almaz acıların” yaşandığı özel durumları nasıl açıklanabilir? Kutsal Kitap, acının günahı içine alan büyük resmin bir parçası olduğunu, ama bireysel olarak çekilen acıların her zaman bireylerin kendi günahları ile ilişkili olmadığını öğretir.
Tanrı dürüst bir kişinin acı çekmesine izin verdi. Zamanının yeryüzündeki en dürüst insanı olan Eyüp adında biri çok yoğun acılar çekti: Bütün çocuklarını, hizmetkârlarını, malını ve mülkünü bir günde kaybetti; daha sonra ağrılı bir hastalığa yakalandı. Tanrı Eyüp’ün olayını okuyan herkesin cennette cereyan eden, ama Eyüp’ün asla görmediği “sahnearkası” bazı olağanüstü olayları görmelerine izin verir. Rab’bin Eyüp’ün acı çekmesine izin vermesinin nedenleri vardı, ama bu özel nedenleri Eyüp’e hiç anlatmadı ve istedi ki Eyüp Yaratıcısının kararlarını sorgulamasın.
İsa ve öğrencileri kör bir adamın yanından geçerken, öğrencileri O’na doğuştan kör olan bu adamın körlüğünün onun kendi günahı yüzünden mi, yoksa anne ve babası yüzünden mi olduğunu sordular. İsa ikisinin de doğru olmadığını söyledi. Tanrı gücünü göstersin diye adam kör olarak doğmuştu (İsa onu sağlığına kavuşturduğu zaman, Yuhanna 9:1-7).
Ayrıca, İsa Mesih, Şiloah kulesi çöktüğü zaman niçin on sekiz Yahudi’nin acıklı bir şekilde öldüğünü tartıştı. İsa, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirilen terörist saldırılar gibi günümüzün üzücü olaylarına doğrudan uygulanabilecek bir şey söyledi.
Luka 13:4’de O’nun sözleri şöyle yer almaktadır: “Şiloah’taki kule üzerlerine yıkılınca ölen o on sekiz kişinin, Kudüs’te yaşayan öbür insanların hepsinden daha suçlu olduğunu mu sanıyorsunuz? Size hayır diyorum.” Yaşamlarımızda çekilen acı her zaman kendi günahımızla ilgili değildir.
Oysa, İsa’nın bunun devamında, “tövbe etmezseniz, hepiniz böyle mahvolacaksınız” dediğine dikkat ediniz. Bu olay Kudüs’ün yaklaşan çöküşünde fiziksel olarak yok olmak olarak bilinse de (İ.S. 70), burada verilen nihai mesaj, hiç kimsenin masum olmadığıdır. Hepimiz günahkârız ve bu yüzden ölüme mahkûmuz. Dünya Ticaret Merkezi felaketinde binlerce insan öldü, ama bu olayı gören ve duyan yüz milyonlarca insan da bir gün ölecek; aslında, onların binlercesi her gün ölüyor. Zira bütün insanlara ölüm cezası günah yüzünden verildi.
Zengin adamla Lazar’ın hikâyesi acı çekmenin anlaşılmasında bir başka anahtardır. Mesih’in en çok anımsanabilir öğretilerinden birisinde (Luka 16:19-31), Tanrı’nın Oğlu bu dünyadaki görünen adaletsizlikleri anlamanın anahtarını verir.
Lazar adında imanlı bir dilenci zengin bir adamın kapısında oturmuş, ağrılar içinde tabaktaki kırıntıları yerken, kötü ve zengin olan bu adam varlık içinde yaşıyordu. Fakat hikâye burada bitmemektedir. Zengin adam azap çekilen bir yere gitmişken, Lazar bereketli bir yere gitmiştir. Tanrı’nın her şeyi dosdoğru kıldığı ebedi bir âlem gelecektir. Yeniden diriliş ümidi çektiğimiz acıları anlamanın anahtarıdır.12
Bir zamanlar, yirminci yüz yılın ateist düşünürü olan Bertrand Russell, hiç kimsenin ölümcül bir hastalığa yakalanmış bir çocuğun başucunda oturup seven bir Tanrı’ya inanamayacağını iddia ediyordu. Kendi ellerini bu tür işlere hiç bulaştırmamış olan Russell’ın tersine, çocukların ölümüne gerçekten tanıklık etmiş bir kilise yöneticisi Russell’ı böyle bir çocuğa ne verebileceğini açıklamaya zorlamıştı. Ateist olan biri sadece, “Üzgünüm evlat, hayat böyle işte. Bu, senin için her şeyin sonudur” diyebilirken, Mesih imanlısı olan birinin ise bu hayatın son olmadığına dair bir ümidi vardır.
Aziz (Elçi) Pavlus “güçsüzlükleriyle övünecek” nedenler buldu. Pavlus’un “çektiği acının özgeçmişinde” işkence, dayak, hapis, taşlanma, deniz kazası, soygun, hastalıklar, tükeniş, açlık, susuzluk ve soğukta kalma vardır. Onun mektupları çektiği acıların anlamlı kılınmasında Mesih’in yeniden dirilişinin anahtar olduğunu göstermektedir. Ölümden diriliş olmasa,“bildirimiz de imanınız da boştur... Herkesten çok acınacak durumdayız” (1. Korintliler 15:14, 19).
Bazen bu yaşamdaki belirli acıların nedenlerini hiç anlamasak da, Pavlus’un mektupları Tanrı’nın çocuklarının, yanlış hiçbir şey yapmadıkları zaman bile çektikleri acının somut nedenleriyle doludur. Örneğin:
Tanrı’yı oturup hiçbir şey yapmamakla suçlayan insanlar yaşamsal bir gerçeği gözden kaçırmaktalar. Gerçekte, Tanrı, seven bir Tanrı’dan yapmasını isteyebileceğiniz her şeyi ve sonsuz fazlasını zaten yapmıştır!
Tanrı’nın Oğlu bir insan oldu ve insanların adına hem acıya, hem de korkunç bir ölüme katlandı. Âdem’in günahı insanlığı müthiş bir bela içinde bırakmıştır. Bedenlerimiz ölse de, Tanrı’nın benzeyişinde yaratılmışız ve bu yüzden ölümsüz ruhlarımız vardır. Var olan bilincimiz sonsuza dek yaşayacaktır. Tanrı müdahale etmedikçe, Âdem’in günahı bizim için ebediyen acı çekmek ve O’ndan ayrılmak demekti.
Bizim için yaşamımızı Tanrı ile yenilemenin tek yolu, O’na günahımızın bedeli ödenmiş halde gidebilmektir. Levililer 17:11 bizim bunun nasıl olabileceğini anlamamıza yardım eder. Şöyle diyor: “Bedenin canı kandadır.” Kan, yaşamı temsil eder. Yeni Antlaşma kan dökülmeden (günahtan) bağışlama olmadığını açıklar (İbraniler 9:22).
Tanrı, et ve kandan yaratıldığımız için, günahlarımızın bedelini ödemenin tek yolunun kan dökmek olduğunu açık bir şekilde belirtmiştir.
Aden bahçesinde, Tanrı bir hayvan öldürdü ve günahımızı örttüğünün bir resmi olarak Âdem ile Havva’yı giydirdi. Günahımız için bir kan kurban etmek gerekiyordu. İsrail kavmi ardı ardına hayvan kurban etti. Fakat, hayvanlarda Âdem’in kanı dolaşmadığı için, hayvan kanı, geçici olarak günahlarımızı örtse de, onları tamamen ortadan kaldıramadı. (Tevrat’ta İbrani dilinden “kefaret” olarak tercüme edilen kafar kelimesi “örtmek” demektir.)
Tanrı’nın planladığı çözüm Kutsal Üçlü Birliğinin İkinci Şahsı olan O’nun Oğlunu, Rab İsa Mesih’i, bir insan, –mükemmel bir insan,– olmak üzere günahın bir kurbanı olması için göndermekti. İsa Mesih’in kişiliğinde, Yaratıcı Tanrı’mız, bir bakireden dünyaya gelmiş ve “son Âdem” olarak bilinen (1. Korintliler 15: 45) Âdem’in fiziki bir soyu olması için tarihe müdahale etti (Yuhanna 1:1-14). Kutsal Ruh O’nun annesinin üzerine geldiği için (Luka 1:35), –ve kendisi bildik her yoldan günah işlemeye zorlanmasına rağmen (İbraniler 4:15)– günahsız ve mükemmel bir İnsandı. Bu yüzden günahımız için çarmıhta kanını akıtabildi.
İnsanlığın ilk temsilcisi, –Âdem– bu dünyaya ölümü ve günahı getirmekten sorumlu olduğu için, insan ırkının artık günahın bedelini ödeyen yeni bir temsilcisi –“son Âdem”– olabilir. Hiçbir günahkâr başkalarının günahları için bedel ödeyemedi. Fakat bu son Âdem, İsa Mesih, mükemmel bir İnsandı. İnsan etine bürünen Tanrı bu dünyanın günahlarını ve kederlerini taşıyabildi.
Tanrı’nın Oğlu, tüm inananlara ebedi bir yaşam verebilsin diye gömüldüğü yerden dirildi (Yuhanna 3:16). Mesih’in çektiği acıdan ve ölümünden sonra, ölümün üzerindeki sonsuz gücünü göstermek için ölümden dirildi. O artık imanla kabul eden herkese ebedi yaşam verebilir (Yuhanna 1:12; Efesliler 2:8-9).
Kutsal Kitap bize, Rab İsa Mesih’e ve Tanrı’nın O’nu ölüden canlandırdığına iman eden ve O’nu Rab ve Kurtarıcı olarak kabul edenlerin sonsuza dek Tanrı ile birlikte olacağını öğretir (1. Korintliler 15:1-4; Romalılar 10:9-10).
Tanrı’nın Oğlu bizim üzüntülerimizi paylaşır. Mesih’in acı çekişi ve ölümü, Tanrı’nın acımızı bizzat duyduğu anlamına gelir; çünkü O, bu acıyı yaşamıştır. Onun ardından yürüyenlerin, zayıflıklarımızdan etkilenen bir Baş Kâhini –İsa Mesih– vardır. “ …Onun için Tanrı’nın lütuf tahtına cesaretle yaklaşalım; öyle ki, yardım gereksindiğimizde merhamet görelim ve lütuf bulalım” (İbraniler 4:15-16).
Bu dünyada acı çekmekten yakınan insanların Tanrı’nın zaman kavramını anlamaları gerekir. Tanrı ebediyette oturur ve sonsuza dek O’nunla birlikte olsunlar diye kullarını sevgiyle buna hazırlamaktadır. Aziz Pavlus’un dediği gibi, “Kanım şu ki, bu anın acıları, gözümüzün önüne serilecek yücelikle karşılaştırılmaya değmez” (Romalılar 8:18). İncil’in İbraniler kitabı, İsa Mesih hakkında, “O kendisini bekleyen sevinç uğruna utancı hiçe sayıp çarmıhta ölüme katlandı ve Tanrı’nın tahtının sağında oturdu.” diyor (İbraniler 12:2).
Bugünün acısı –bazen çok yoğun olsa da– ebediyet karşısında o kadar önemsizdir ki, gelecekteki cennet ile mukayese bile edilemez.
Mesih’e Kurtarıcı olarak iman edenlerin harika bir ümidi vardır –artık ölümün olmayacağı bir yerde Rab’leriyle sonsuza dek birlikte olabilirler. Tanrı “onların gözlerinden bütün yaşları silecek. Artık ölüm olmayacak. Artık ne yas, ne ağlayış, ne de ıstırap olacak. Çünkü önceki düzen ortadan kalktı” (Vahiy 21:4).
Aslında, ölüm gerçekten Cennet denen bu harika yere giden yola açılan bir patikadır. Eğer sonsuza dek yaşasaydık, bu günahlı durumdan kurtulmak fırsatımız olmazdı. Fakat Tanrı bizim yüceltilmiş yeni bir bedenimizin olmasını (1. Korintliler 15:35 ve izleyen ayetler), ve O’nunla sonsuza dek birlikte olmamızı istemektedir. Aslında, Kutsal Kitap, “RAB’bin gözünde değerlidir, sadık kullarının ölümü” demektedir (Mezmurlar 116:15). Mesih’e iman eden günahkârlar, dürüstlüğün var olduğu, Yaratıcılarının huzuruna varacakları için ölüm “değerlidir”.
Kutsal Kitap Mesih’i reddedenlerin tadacakları “ikinci bir ölüm” –Tanrı’dan ebedi ayrılış olduğunu ikaz etmektedir (Vahiy 21:8).
Çoğumuz ateş ve acının olduğu cehennemi duymuşuzdur. İsa Mesih’in kendisi cehennemin tehlikesi hakkında insanlığı uyardı. Keza, kötü olanın göreceği zulmün kutsanmışların yaşamı kadar ebedi (Grekçe aionios) olduğunu açıklamıştır (Matta 25:46). Tanrı kötülerin ölümünden haz duymaz. “Onlara de ki, ‘Varlığım hakkı için diyor Egemen RAB, ben kötü kişinin ölümünden sevinç duymam, ancak kötü kişinin kötü yollarından dönüp yaşamasından sevinç duyarım. Dönün! Kötü yollarınızdan dönün! Niçin ölesiniz, ey İsrail halkı?’” (Hezekiel 33:11).
Tanrı insanların gördüğü acılardan ve yaşadığı felaketlerden haz almaz. O seven ve merhametli bir Tanrı’dır –insanın bugünkü acı çekmesi ve ölmesi hali bizim hatamızdandır.
Asya’daki tsunami ve Dünya Ticaret Merkezi’ndeki gibi korkunç acılarla yüz yüze geldiğimiz zaman, bu bize bu tür felaketlerin nihai nedeninin bizim günahımız, yani Tanrı’ya karşı isyanımız olduğunu hatırlatsın. Seven Tanrı’mız, günahkârlığımıza rağmen, bizim O’nunla sonsuza dek birlikte olmamızı istemektedir.
Mesih imanlıları, acı çekerken teselli ve güç ihtiyacında olanlara seven ve teselli eden kollarını uzatmaları gerekir. Onlar, bir gün Ateş Gölüne atılacak düşmandan (Vahiy 20:14), yani ölümden nefret eden, seven bir Yaratıcının kollarında güç bulabilirler.
“Tanrı hep gücü yeten ve sevendir” ifadesiyle “dünya acı ve kötüyle doludur” ifadesi arasında her hangi bir çelişki yoktur. Tanrı’ya göre dünyayı kötüden arındırmak için, dünyayı bizden arındırmak gerek! Bunun yerine, Tanrı bizi gelecek olan gazabından korumak istemektedir. Bir gün, Tanrı gerçekten dünyayı kötüden arındıracaktır.
İki seçeneğimiz var: Mesih’e inanarak günahlarımızdan kurtulup ebedi olarak Tanrı ile birlikte oluruz; ya da günahlarımıza takılırız ki, bu durumda Tanrı isteğimizi verip ebedi olarak bizi kendisinden ayırır. İşte bunun için İsa Mesih, yargı gününde, kötülük yapanlara “Uzak durun benden…” demektedir (Matta 7:23; Luka 13:27).
Kutsal Kitap’ta bildirildiği gibi ölümün kaynağını ve İsa Mesih’le ilgili müjdeyi anlarsak, o zaman bu dünyanın niçin böyle olduğunu ve felaket, şiddet, acı ve ölümün ortasında seven bir Tanrı’nın nasıl var olabileceğini anlayabiliriz.
AiG ressamlarından Dan Lietha, karmaşık meseleleri bir bakışta gösterebilen ciddi çizimleriyle tanınır. Dan’ın aşağıdaki resmi 2004’de Asya’da meydana gelen tsunamiden hemen sonra çizilmiştir. O, bu resme “Tsinami” başlığını koymuştur (kelime oyunuyla insanlara bu felaketin nihai nedeninin günah olduğu hatırlatılmaktadır).
Bu durumda, bir resim bin tane söze bedeldir. Bu resim insanlara günahın başlangıcı ve ölümün sonucu ile ilgili olarak Kutsal Kitap’ın Yaratılış bölümünden alınan gerçeği anlatmaktadır.
Keza, ünlü Terri Schiavo davasından ve onun 2005 yılında ölümünden sonra yapılan “yaşama hakkı, ölme hakkı” tartışmalarından daha fazlasını beklediğimiz için, ölüm ve acı çekme sorusu ortadan kalkmayacaktır.
Schiavo davasında mahkeme, 1990 yılında kalbinin durmasından sonra beyin ölümü gerçekleşen Schiavo’nun beslenme borusunun çıkarılmasını emretmişti; mahkeme tarafından atanan doktorlar hastanın geriye dönüşü olmayan, kalıcı bir bitkisel hayata girmiş olduğunu tespit ettiler. Başkan George W. Bush, “ciddi kuşku ve soruların var olması halinde, kanaat yaşamak lehine olması gerektiğini” açıklamıştır.13
Ağrı ve acı çekme dahil güç tercihler yaparken, Kutsal Kitap bizim tek kusursuz kılavuzumuzdur. Örneğin, Kutsal Kitap’ın en başından anlıyoruz ki, insanoğlu Tanrı’nın benzeyişinde yaratılmıştır (Yaratılış 1:27) ve Tanrı cinayetin şiddetle karşısındadır.
Ötenazideki acı çekme ve ölüm konusu “kültür savaşlarının” olduğu şu sıralarda Amerika’da çok daha sıcak bir konu haline gelecektir. İmanlıların günümüzün giderek artan tartışmalarına benzeyen sosyal konular üzerinde Kutsal Kitap’tan alınmış cevaplarla donatılmış olmaları gerekir.
Ölümle ilgili hangi görüşü kabul edersiniz? Tanrı’yı milyonlarca yıldır devam eden ölüm, hastalık ve acı çekmenin sorumlusu bir dev yapan görüşü mü, yoksa kabahati günahımıza yükleyen ve Yaratıcı Tanrı’mızı; seven, merhametli, Kudüs kentine, arkadaşı Lazar’ın kabrinde ve hepimiz için ağlamış bir Kurtarıcı olarak gösteren görüşü mü kabul edersiniz?
Tsunami, okulda şiddet ve terörist saldırılar gibi üzücü olaylar herkese bu tür olayların en nihayetinde bizim günahımız yüzünden olduğunu hatırlatması gerekir. Aynı zamanda, Tanrı’nın, bize bir kurtuluş hediyesi sunmakla seven bir Tanrı olduğunu da hatırlatması gerekir. Çünkü, “Kimsenin mahvolmasını istemiyor, herkesin tövbe etmesini istiyor” (2. Petrus 3:9).
Sorumlu olduğumuz seven bir Tanrı olduğu için, onun sözüne itaat etmeliyiz. O’nun Sözü insanlara merhamet göstermemizi, elimizden geldiğince yardım etmemizi ve onların yükünü paylaşmamızı emreder (Mezmurlar 72:13, Özdeyişler 14:21 ve 28:27, vb). Unutmayalım ki en nihayetinde insanlar topyekûn olarak (Âdem’in şahsında işlediğimiz günah dolayısıyla) üzüntü veren olayların sorumlusudur ve bu yüzden onun sonuçlarına katlanmamız gerekir.
Anlaşılması daha güç olan yanı, tamamıyla “masum” olan çocukların ölümü ile keza çocuğunu (ya da eşini, aile üyelerinden birini yahut yakın bir arkadaşını) kaybeden birinin duyduğu müthiş acıyla olan alâkasıdır. Ancak, burada konuya ışık tutan bazı gözlemler bulacaksınız:
Ebediyen güçlü olan bir Yaratıcı Tanrı’nın, ahlâkî olarak olayların bugün devam etmesi için iyi nedenleri olmalıdır. Bizler her zaman bu nedenleri göremeyiz. Rab, “Yollarım sizin yollarınızdan, düşüncelerim düşüncelerinizden yüksektir” diyor (Yeşaya 55:9).
İnanmayanlar için ölüm neden böylesine bir mesele olmaktadır? Bir ateiste göre, bir insan ölünce, bu o insanın var oluşunun sonudur. Var olduklarını bile bilmeyecekler –yaşamdan hiçbir şeyi, bu dünyanın zevklerini ve acılarını bilmeyecekler. Sadece bunu değil, bu evren eninde sonunda yok olduğunda ve (birçok evrimcinin ileri sürdüğü gibi) yaşam bittiğinde, insanlığa ne kadar büyük katkı yapmış olurlarsa olsunlar, hiç kimse kimsenin var olduğunu da bilmeyecektir. Ve böyle insanlar genellikle her gün sadece Amerika Birleşik Devletlerinde yaklaşık 3.500 insanın kürtaj yoluyla ölmesini desteklemektedir. Bu ölümler onlar için neden bir şey ifade etmiyor da tsunami’de insanların ölmesinden yakınabiliyorlar? Bu, tutarsız ve ümitsiz bir durumdur.
Kutsal Kitap’ın birinci kitabı olan Yaratılış, ölüm ve acıyı anlamamız için çok önemlidir, zira ölümün bizzat başlangıcı bu kitabın ilk bölümlerinde anlatılır. Elbette, Yaratılış bölümünü okumadan ölüm ve acıyı anlamak yolunda kaybolmak kaçınılmazdır.
Yaratıcımızla birlikte ebedi olarak yaşamak için sadece Mesih imanlısı olmak kesin bir ümit verir. Kutsal Kitap, gerçeğin tüm yönlerinin doğru anlamını veren tek tarih kitabıdır. Görünüşe göre çelişen yaşam ve ölüm dünyasını anlamamızı ve günümüzde var olan acı ve üzüntülerin arasında seven bir Tanrı’ya güven duymamızı sağlayan tarihin “büyük resmini” bize sadece Kutsal Kitap verir.
Evet, yakın zamanda olan üzücü olaylar müthiş olmuştur. Evrenin en kötü günü bundan 6000 yılı aşan bir zaman önce Aden Bahçesi’nde oldu ve yeryüzünü baştanbaşa tahrip etti. Tanrı’ya şükürler olsun ki, bir gün ölümün kendisi ateş gölüne atılınca, “ölüm dalgasına” son verecektir.
Answers in Genesis (Yaratılış’taki Yanıtlar) adlı kuruluş, Yaratıcı olarak Tanrı’yı yüceltmeye ve onur vermeye, dünyanın ve insanlığın gerçek başlangıcı ile tarihine ait Kutsal Kitap kaydının doğruluğunu tasdik etmeye çalışmaktadır.
İlk insan Âdem’in Tanrı’nın emrine karşı gelmesinin bu dünyaya ölüm, acı ve Tanrı’dan ayrılık getirmesi, bu gerçek tarihin kötü haber olan kısmıdır. Her tarafımızda bunun sonuçlarını görürüz. Âdem’den sonra gelen insanların hepsi doğuştan günahlıdır (Mezmurlar 51:5) ve kendilerini bu itaatsızlığın günahına sokmuşlardır. Bu yüzden kutsal bir Tanrı ile birlikte yaşayamazlar, bilakis Tanrı’dan ayrı kalmaya mahkûm edilmişlerdir. Kutsal Kitap, “herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı” (Romalılar 3:23) ve bu yüzden hepsi “Rab’bin varlığından ve yüce gücünden uzak kalarak sonsuza dek mahvolma cezasına çarptırılacaklar” (2. Selanikliler 1:9) demektedir.
Fakat iyi haber ise Tanrı’nın bu konuda bir şeyler yapmış olmasıdır. “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun” (Yuhanna 3:16).
Yaratıcı, İsa Mesih, tamamen günahsız olmasına rağmen, insanlık adına, insanlığın günahının bedeli olarak acı çekti; bu, ölüm ve Tanrı’dan ayrılmaktı. O bunu Babası Tanrı’nın kutsallığı ve adaletinin haklı taleplerini tatmin etmek için yaptı. İsa mükemmel bir kurbandı; çarmıhta öldü ama üçüncü gün, O’na gerçekten inanan, günahlarına tövbe edip kendi sevabından ziyade O’na güvenen herkes Tanrı’ya dönüp sonsuza dek Yaratıcısıyla birlikte yaşayabilsin diye ölümü yenip tekrar dirildi.
Bu yüzden: “O’na iman eden yargılanmaz, iman etmeyen ise zaten yargılanmıştır. Çünkü Tanrı’nın biricik Oğlu’nun adına iman etmemiştir” (Yuhanna 3:18).
Ne kadar harika bir Kurtarıcı! Yaratıcımız Mesih’te ne kadar harika bir kurtuluş!
(Ebedi yaşamı nasıl elde edeceğiniz hakkında Kutsal Kitap’ın ne söylediğini daha fazla bilmek istiyorsanız, yaratilisci@gmail.com adresine yazabilirsiniz.)
Cincinnati Havaalanı yakınında bulunan AiG Yaratılış Müzesinde Tanrı’nın hastalık, acı çekme ve ölüme niçin izin verdiğine ilişkin soruların tartışıldığı özel sunumlar yapılmaktadır. Kutsal Kitap’ın tarihine bir gezinti yaptıran bu ulusal merkez hakkında bilgilenmek için www.CreationMuseum.org sitesine başvurabilirsiniz.